Yozlaştıran Kim, Çürüyen Kim?
Çürümek sözlük anlamıyla; bozulmak, dağılmak anlamına gelir. Çürüyen eğer bir hayvan veya bitki ise ayırt etmek kolaydır. Çeşitli nedenlerle ve en çok da mikropların etkisiyle çürüme olur. Böyle olunca çürüme gözle görülür ve etrafa dayanılmaz bir koku saçar.
İnsanın çürümesi ise fiziksel değil daha çok düşünce yönünden olur. Ve çürümesine neden olan ise emperyalizmin yoz ve sapkın mikroplarıdır. Bu çürüme koku saçmaz. Ama birlikte yaşanılması zor hale getirir. Hatta imkansız kılar. İnsan çürürken somut olarak yok olmaz. Ancak düşüncelerini, ahlakını ve kültürünü yitirir.
Kötülük ve sapkınlık insanoğlunun doğasında olan, dna'sına kodlanmış bir şey değildir. Bunu insanın kendisi belirler. Nitekim 17 yaşında ki kız arkadaşını hunharca katleden Cem Garipoğlu başka bir dünyadan gelmemişti. Aramızda gezen, aynı havayı soluduğumuz sıradan insanlardan biriydi. Yine Ayşe Paşalı'nın kocası mahallede bir çok insanın selamlaştığı, normal insan formunda birisiydi. İçlerinde ki canavarı düşünmezsek tabi...
UNODC (Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç ile Mücadele Bürosu) tarafından hazırlanan 2011 raporuna göre Türkiye en çok uyuşturucu bulunduran ve satan ülkeler arasında ikinci sırada geliyor. Bu uyuşturucu tacirlerinin sakat bırakacağı ve hatta ölmelerine sebep olacağı insanlar umurlarında bile değil. Akıllarında sadece alacağı para var, oraya endeksliler. Bu düzen onları böyle motomot bir hale, duygusuz bir vaziyete getirdi.
Dünyada her yıl yaklaşık 1milyon 800bin çocuk ailelerinden zorla koparılarak fuhuş bataklığına saplanıyor. Aileler her yıl çocuklarını türlü şeyler vaat eden ve hatta tehditler savuran fuhuş baronlarına kaptırıyor. Kaçırılan bu çocuklar emperyalist ülkelerde çocuk pornosu sektöründe, para kazandıran bir nesne haline geliyor.
Okuması, düşünmesi, örgütlenmesi fiili olarak yasaklanan gençlere tek bir yol açılıyor bu da uyuşturucu, fuhuş ve yozlaşma. Bu fuhuş tablolarından, uyuşturucu sıralamalarından sorumlu olanlar iktidarı destekleyenlerdir. Sabancı'dır, Koç'tur, Zorlu'dur, Doğan'dır, Ülker'dir ve tüm tekelci burjuva kuruluşlarıdır.
Okudukları, takip ettikleri Hürriyet, Vatan, Zaman, Yeni Şafak ve Sabah gibi tüm burjuva medya sorumludur bu istatistikten. Bunların ahlaktan anladığı İsa Peygamberin ''bir yanağına vurulduğunda ötekini sen uzat'' düşüncesidir. Kişiye bu empoze edilir. Ahlaki ve manevi değerlere dayanarak burjuvazinin bu yozlaşmaya ve çürümeye önlem alabileceğine inanmak onun sınıfsal niteliklerini bilmemektir, aymazlıktır.
En basitinden bugün fuhuş, kapitalizm de ''genel ev'', ''randevu evi'' gibi normalleştirilerek insanlara sunuluyor ve bu ticaretin bir kısmı gibi gösteriliyor. İnsanlık onuru aşağılanarak pezevenklik ve fahişelik bir meslek olarak lanse ettiriliyor.
2003 yılında milliyet gazetesinde aynen şu şekilde bir haber çıkmıştı; ''Eskiden bu işler için Avrupa'ya gidilirdi. Şimdi en iyisi artık İstanbul'da bulunuyor.'' Bu haberin başlığı ise; ''İstanbul Seks Ticaret Üssü'' Ve bu habere ne iktidar ne de muhalefet sesini çıkartmadı. Gerekli, gereksiz her konuda goygoy'larını esirgemeyen devlet bunu turizmi geliştirmek için bir reklam olarak mı gördü, muallak...
Peki, vurucu soruya gelelim...
Böyle derinlikte bir kapitalist ülkede çürüme dediğimiz kokuşmuş düşünceler ve yozlaşma önlenebilir mi?
Ülkemiz uzunca bir süredir kendisini milliyetçi, muhafazakar olarak nitelendiren iktidarlar yönetiyor. Şimdi de dinci gençlik yetiştirdiklerini söylüyorlar. Bu düşünce yapısındaki iktidarlarda emperyalist yoz kültür filiz verir ve ne kadar göz boyamaya çalışsalarda bunlar toplumun yapısını ve ahlakını koruyamazlar. Gençlerin uyuşturulduğu, fuhuşa zorlandığı bir sistemde adalet'in son kırıntısı da bitmiş demektir. Çocuklar için tek adalet, bu düzenin kökten değişmesidir.
Şimdi, kaldır başını! ''Hepimiz suçluyuz'' demek de sorunun özünü gizlemekten başka bir anlam taşımaz. Suçu tüm halka, topluma mal etmek suçluyu gizlemektir. ''Suçlu hepimiz değiliz!'' Çürüyen ve çürümeleri izleyen bu düzendir!''
İnsanın çürümesi ise fiziksel değil daha çok düşünce yönünden olur. Ve çürümesine neden olan ise emperyalizmin yoz ve sapkın mikroplarıdır. Bu çürüme koku saçmaz. Ama birlikte yaşanılması zor hale getirir. Hatta imkansız kılar. İnsan çürürken somut olarak yok olmaz. Ancak düşüncelerini, ahlakını ve kültürünü yitirir.
Kötülük ve sapkınlık insanoğlunun doğasında olan, dna'sına kodlanmış bir şey değildir. Bunu insanın kendisi belirler. Nitekim 17 yaşında ki kız arkadaşını hunharca katleden Cem Garipoğlu başka bir dünyadan gelmemişti. Aramızda gezen, aynı havayı soluduğumuz sıradan insanlardan biriydi. Yine Ayşe Paşalı'nın kocası mahallede bir çok insanın selamlaştığı, normal insan formunda birisiydi. İçlerinde ki canavarı düşünmezsek tabi...
UNODC (Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç ile Mücadele Bürosu) tarafından hazırlanan 2011 raporuna göre Türkiye en çok uyuşturucu bulunduran ve satan ülkeler arasında ikinci sırada geliyor. Bu uyuşturucu tacirlerinin sakat bırakacağı ve hatta ölmelerine sebep olacağı insanlar umurlarında bile değil. Akıllarında sadece alacağı para var, oraya endeksliler. Bu düzen onları böyle motomot bir hale, duygusuz bir vaziyete getirdi.
Dünyada her yıl yaklaşık 1milyon 800bin çocuk ailelerinden zorla koparılarak fuhuş bataklığına saplanıyor. Aileler her yıl çocuklarını türlü şeyler vaat eden ve hatta tehditler savuran fuhuş baronlarına kaptırıyor. Kaçırılan bu çocuklar emperyalist ülkelerde çocuk pornosu sektöründe, para kazandıran bir nesne haline geliyor.
Okuması, düşünmesi, örgütlenmesi fiili olarak yasaklanan gençlere tek bir yol açılıyor bu da uyuşturucu, fuhuş ve yozlaşma. Bu fuhuş tablolarından, uyuşturucu sıralamalarından sorumlu olanlar iktidarı destekleyenlerdir. Sabancı'dır, Koç'tur, Zorlu'dur, Doğan'dır, Ülker'dir ve tüm tekelci burjuva kuruluşlarıdır.
Okudukları, takip ettikleri Hürriyet, Vatan, Zaman, Yeni Şafak ve Sabah gibi tüm burjuva medya sorumludur bu istatistikten. Bunların ahlaktan anladığı İsa Peygamberin ''bir yanağına vurulduğunda ötekini sen uzat'' düşüncesidir. Kişiye bu empoze edilir. Ahlaki ve manevi değerlere dayanarak burjuvazinin bu yozlaşmaya ve çürümeye önlem alabileceğine inanmak onun sınıfsal niteliklerini bilmemektir, aymazlıktır.
En basitinden bugün fuhuş, kapitalizm de ''genel ev'', ''randevu evi'' gibi normalleştirilerek insanlara sunuluyor ve bu ticaretin bir kısmı gibi gösteriliyor. İnsanlık onuru aşağılanarak pezevenklik ve fahişelik bir meslek olarak lanse ettiriliyor.
2003 yılında milliyet gazetesinde aynen şu şekilde bir haber çıkmıştı; ''Eskiden bu işler için Avrupa'ya gidilirdi. Şimdi en iyisi artık İstanbul'da bulunuyor.'' Bu haberin başlığı ise; ''İstanbul Seks Ticaret Üssü'' Ve bu habere ne iktidar ne de muhalefet sesini çıkartmadı. Gerekli, gereksiz her konuda goygoy'larını esirgemeyen devlet bunu turizmi geliştirmek için bir reklam olarak mı gördü, muallak...
Peki, vurucu soruya gelelim...
Böyle derinlikte bir kapitalist ülkede çürüme dediğimiz kokuşmuş düşünceler ve yozlaşma önlenebilir mi?
Ülkemiz uzunca bir süredir kendisini milliyetçi, muhafazakar olarak nitelendiren iktidarlar yönetiyor. Şimdi de dinci gençlik yetiştirdiklerini söylüyorlar. Bu düşünce yapısındaki iktidarlarda emperyalist yoz kültür filiz verir ve ne kadar göz boyamaya çalışsalarda bunlar toplumun yapısını ve ahlakını koruyamazlar. Gençlerin uyuşturulduğu, fuhuşa zorlandığı bir sistemde adalet'in son kırıntısı da bitmiş demektir. Çocuklar için tek adalet, bu düzenin kökten değişmesidir.
Şimdi, kaldır başını! ''Hepimiz suçluyuz'' demek de sorunun özünü gizlemekten başka bir anlam taşımaz. Suçu tüm halka, topluma mal etmek suçluyu gizlemektir. ''Suçlu hepimiz değiliz!'' Çürüyen ve çürümeleri izleyen bu düzendir!''
Yorumlar
Yorum Gönder