#EloveGGeziyor // BODRUM



Aylarca gün saydım, son 15, son 10, son 3 veeee!
BODRUMDAYIZZZZZZZZ!

18 Ağustos gecesi, Cevat Şakir'in "Başka yerlerde nur içinde yatılacağına, burada nur içinde yaşanır" dediği Bodrum'a Emile Zola'nın "Hiçbir şey zekayı seyahat etmek kadar geliştirmez." mottosuyla kavuştuk.

Her yeri olmasa da kısacık tatilimizde, müthiş anılar biriktirdik Bodrumda. 
Önce bölgelerin bulunduğu minik haritayı aşağıya eklemekle işe koyulacağım;


TURGUTREİS 

Biz, Turgutreiste kaldık. Haliyle uyandığımız günün ilk sabahı ilk işimiz sırt çantalarımızı hazırlayıp Turgutreis'te kahvaltı yapacak bir yer aramak oldu. Onca mekan geçince Marinadaki Mado'ya bulup kendimizi müthiş bir kahvaltıyla ödüllendirdik.


Tabana kuvvet olduğumuz için daha fazla uzaklaşmamak adına, bir süre daha gezip bir plajda denize girmeye karar verdik.
Bodrum beach'lerinin çoğunda işleyen kural; "şezlong parası verme, şu kadar para ver ve o kadar paralık bişeyler ye-iç" 
Örneğin; iki kişi, iki şezlong ve bir şemsiyeye 30 TL para verip, 30 TL'lik bir şeyler içip yüzdük...
Bence adil bir yöntem. Sürekli başına gelip "ne içersiniz" diyen tipler de, allahın şezlongu ve denizi için uçuk fiyatlar isteyen tipler yok.


Akşam üstü eve dönüş yolunda, sokaklar arasında kaybolurken Turgutreis cumartesi pazarına denk geldik. Giyim ve yiyecek olarak oldukça büyük ve yeterli bir pazardı.


AKYARLAR

Ertesi sabah, Akyarlar'daki Aspat Koyu'na geldik. O meşhur "burası da Aspat değil Halilim..."deki "asfalt" sanılan yer burası...
Muazzam bir deniz ve muhteşem bir tesis. 

Yemyeşil çimlerin üzerinde Açık Hava Resim ve Taş Heykel Sempozyumu'na, yerli-yabancı sanatçılar gelip burada eserlerini yapmış.


Burası aynı zamanda bungalov ve odaları olan bir konaklama tesisi.
Diğer beachlerdeki gibi denizin içerisinde bile dip dibe yüzen, yan yana güneşlenenler olmayacak kadar büyük bir tesis burası. İçeriye girerken kişi başı bir meblağ alıyor ve içeride, hamburger/kola/bira vs. derken bu parayı rahatça eritebiliyorsun.


Biz, Akyarlar-Aspat Beach'e bayıldık! Ve denizini "Bodrumda girdiğimiz en güzel 2. deniz" olarak seçtik. Birinciliği kime mi verdik? Bunun için az daha beklemenizi rica ediyoruz. Cevabı, aşağılarda! :)


MAZI KÖYÜ 
Virajlı yolları yalayıp yuttuktan sonra, içimizin dışımıza çıkmasına ramak kala kavuştuk Mazı'ya. Burada, "Bodrumlaşmayan bir Bodrum" gördük biz. Köy denildiğine bakılmamalı keza buranın tam 8 koyu var. Sırasıyla; Kisebükü - Şeytan Deresi - Akarca - Çakıllı Yalı - İnce Yalı - Hurma - Ilgın - Sedef.

"Kum plaj hangisi?" diye sorduğumuzda tarif ettikleri yere İnce Yalı diye girdik fakat daha sonra internetten araştırdığıma göre aslında İnce Yalı diye burun kıvırdığımız Çakıllı Yalı imiş.
Çünkü, "allah allah, burası ince yalı ise, çakıllısını düşünemiyorum" diye hayretlere düşüp denizin dalgasına, çakılların büyüklüğüne bakıp hayal kırıklığına uğramıştık.


Koooskoca 8 koydan gidip de, en dalgalı en taşlısını seçtiğimiz için "şanssız" bir gezi oldu bizim için. Bir dahaki sefere tercihimi Ilgın Koyu'ndan ve İnce Yalı'dan yana seve seve kullanabilirim.

Aynı günün akşamı, denize de pek giremeyince kendimizi Rakı-Balık'la ödüllendirmek istedik ve Turgutreis'te olan Sunset Restorant'ı seçtik. Burası Günbatımı Plajlarında yer alıyor. Kumların üzerine atılan sandalye ve masalar, müthiş bir deniz kokusu, ve manzara...
Burada bir çok restorantta "rakı'nı şarabını al getir" pankartlarıyla dolu. Alkolünü dışarıdan kendin götürebiliyorsun. Ve arada da min. 20 tl fark oluyor.  Balık, Çipura ya da Levrek. Salata ise, mevsim salatası. Mezelerde ise tercihimizi yerel lezzetlerden yana ve "Köpoğlu, Atom ve Patlıcan Salatası"ndan yana tuttuk. Bu mekanların en kötü yanı saat 24:00'da ufaktan ufaktan toplanmaya başlıyorlar. Masaların yerini sabahki şezlonglar almaya başlıyor. Oysa, gündoğumuna kadar oturabilme opsiyonumuz olsa, seve seve kullanabilitemiz vardı.  :)


GÜMÜŞLÜK 

Tatilimizin 4. gününde sabah erkenden kalkıp uzaklara, yelken açmak için birbirimize söz verdik. Sabah, ikimiz de el çırparak heycanla uyandık. Bugün bizim günümüzdü! Kafamızda rota'mızı belirlemiştik. Bodrumu yukarıdan dolanarak Merkeze geçmekti hedefimiz ve aşık olduğumu yerle başladık turumuza; Gümüşlük!

İlk başta görmeden sevdiğim Gümüşlüğü boydan boya hoplaya zıplaya, el ele gezdik. Ama duracell olmayan piller gibi enerjimiz düşünce, iki yetişkin boğa burcunun en iyi yaptığı şeylerden birini yapmak için mekan kollamaya başladık. Kahvaltı yapmak!

Ama nereye baksak, minik bir kahvaltı tabağı 45 liradan aşağıya değildi. İçimdeki Ebru dudak bükmeye başlamıştı. İç sesim "o-hoooo ben 90 liraya 9 kişilik kahvaltı kurarım be!" diye söyleniyordu.

Gözüme turkuaz renklerinin ağırlıkla kullanıldığı bir hediyelik eşyacıya denk geldik.
Yeri, Leleg restorantın sağında yer alıyor. "Gümüşlük" yazılı magnet aramaya başlayınca, içeriden güzel ve tatlı bir hanım çıkıverdi ve bizimle lafa tutuşarak aramaya başladı. "Burada nerede maliyetine göre güzel bir kahvaltı yapabiliriz" dediğimizde, sohbetimizi sevmiş olacak ki yüzümüze bakıp; "çocuklar, napın biliyor musunuz? hemen şu yanda Leleg Restoran var. Oraya gidin diyin ki "Sema Ablanın selamı var" size güzel bir şeyler hazırlasınlar. Benim indirimimi yaparlar kişi başı 30tl'ye bir güzel keyif yapın. Ben de size Gümüşlük yazılı magnet bulursam haber veririm" dedi. Sema ablanın dediğini yaptık. Adını söyler söylemez, geçin geçin dediler ve sahilin dibinde, rakı ağaçlarının manzarasında masamız kuruluverdi.
Lor peynir, beyaz peynir, çeçil peynir, kırma tulum peynir, kaşar peyniri, siyah zeytin, yeşil zeytin, kaymak, tereyağı, bal, reçeller, gönlümün efendisi kızarmış ekmek sepeti gelince "ohhhh bee!!" dedik.

Ama bitti mi?
Hayır.

Bir ısıtıcı üzerinde kocaman sacda menemen gelince gözlerimiz kocaman açılıverdi. Heyecanımızı daha atmadan, aynı ısıtıcıdan bir tane daha getirip üstüne çayı koyuverdiler. "3 dakikaya hazır" diyip kocaman gülümsediler yüzümüze.  Yetmedi! Bir tabak daha geldi. Paçanga böreği ve sigara böreği! Mekanın sahibi olduğunu düşündüğümüz bey; "afiyet olsun, sonra bir de kahve ısmarlarız size!" dedi gülümseyerek ve gitti.

Hem doğa manzarası hem de masa manzarasının salgılattığı seretoninden bayılacaktık. Ne güzel kadınmışsın sen Sema abla! Selamın yetmiş ve ne güzel bir işletmeciymişsin sen canım Leleg Restoran!

Hemen bir fotoğrafla bu anı ölümsüzleştirmek için adını Ahmet diye hatırladığımız, Leleg'de çalışan Şırnak'lı öğrenci arkadaşımıza telefonu verince "instagramlık mı olsun?" dedi. Gülerek "evet" diyince, "tamam" diyip yandan pembe çiçekleri olan saksıyı kaptığı gibi masaya koydu ve bizi kahkahalara boğdu.
Çektiği fotoğrafta poz olarak değil, gerçekten ve samimi olarak gülmemizi sağladığı için pek beğendik!



Kahvaltı bitip tekrar yola revan olmak istediğimizde ise, kahvelerimiz önümüze geliverdi.




"Ahiri ömrümün en güzel günleri" sayfasına bir de Gümüşlük'teki kahvaltıyı ekledik!

Eminim kimse sorsanız gösterir ama hemen şuraya bir link iliştireyim; Bilgi ve Rezarvasyon için TıkTık! 

Mekandan kalkıp hemen, tavşan adasına doğru yürümeye başladık. Fotoğraflarda görüldüğü gibi büyüüüüük bir ada değil de, ufak bir tepecikti sanki. Ama suyun içinden yürümekti cazip olanı.

Sanıldığının aksine burada üzerine bastığımız doğal kaya parçaları değilmiş. Hititler döneminde, Halikarnassos Kralı Mousolos’un emri üzerine inşa edilmiş bir geçitmiş. Rivayete göre Kral Mousolos ve sevgilisi Artemisya Tavşan Adasına gidip hem orada yaşayan tavşanları besler hem de muhteşem günbatımını izlerlermiş.

İçimizde mayolarımız olmadığı ve elimizde de telefonlarımız olduğu için azıcık temkinli bir şekilde ilerlemeye başladık ki, adanın etrafının barikatlarla kapatılmış olduğunu gördük. Geçitin üzerindeki taşlarda yosun kaplandığı için kayıp düşme korkusuyla da yarısına kadar gidip, tin tin geri döndük.



Yalıkavaktan şööööyle bir geçip, burada yapılacak şeyleri bir sonraki Bodrum gezisine bıraktık. Uzaktan el salladım heycanla ve denize girecek bir yer aradık. İnternetin faydalarından yararlanarak Gündoğan'ın yolunu tuttuk. Gündoğan'ın bu iş için biçilmiş kaftan olduğunu yazan parmaklara sağlık!


YALIKAVAK

Haritaya göre, Gündoğan'a giden yolun Yalıkavaktan geçeceğini gördük. Hedefimiz bu bölgede denize girmek, yada beach club'larda kokteylimizi yudumlayarak vakit katletmek olmadığı için Palmarina önündeki yatlarda yaşanan lüks ve sanal hayattan uzaklaşıp kendimizi doğanın kollarına, Gündoğan'a bıraktık. Ama meraklısına not: Xuma Beach, La Plaj, Kuum Beach, Tren vs. gibi beach clublar burada. 

Belki bir sonraki sefere Dibeklihan'ına, Aqualand'ine uğrarız sevgili Yalıkavak. Güle güle!


GÜNDOĞAN

Mavi bayraklı halk plajı olan Gündoğan Plajına geldik. Gözlerimize inanamadık! Daha önce bu kadar temiz ve berrak denizi Keşan/Erikli'de görmüştük ama bu deniz hem ılık hem muazzam güzeldi!
Benim ki durur mu, kumların üzerine dikilen sarı-kırmızı bayrağı görünce koşturup yanına gitti, öptü alnına koydu! Bu ne can kurtaran sevgisi demeyin, kendisi fanatik bir Galatasaraylı olduğu için bu renklere karşı çekimi var. :P

Meraklısına not: Kumsalda Sarı-Kırmızı bir bayrak asılıysa,
"Cankurtaran görevde denize girilebilir" demektir.
Sarı- Kırmızı bayrağın altına ayrıca sarı bayrak asılırsa,
"Cankurtaran görevde ama denize girmek risklidir"
Kırmızı bayrak asılırsa,"kesinlikle denize girilmemesi gerekir" demektir.    
  

İnternet araştırmalarımızda "Küçükbük Sahili"nin methini çok duyunca vakit de hızla geçip, acımasız davrandığı için içimizde kalmasın diye Gündoğan'a tekrar geri döneceğimizi bilmeden koştur koştur Küçükbük sahil için yola çıktık. 5 dk sonra bahsedilen koya gelince içimizin Gündoğan'a daha çok ısındığını anlayıp vakit kaybetmeden Gündoğan'a geri döndük.


Gündoğan'ı, "Bizim Bodrum'umuz"un en güzel denizi seçtik!  Ve bir kaç saat denize girip, ardından mızırdanıp dudak bükerek çıkmak zorunda kaldık. Çünkü daha gidilecek çooo...k yer, ama günün bitmesine ap-az bir zaman vardı.


Eğer yolunuz Gündoğana düşecekse... Hayır hayır! Düzeltiyorum. Eğer yolunuz Bodruma düşecekse, mutlaka Gündoğana gelip Midyeci Şehmus'a uğrayın. Gün batımında, ortaya karışık bir tabakta  kremalı midye, beşamel soslu midye ve napoliten soslu midye'sini tadıp yanında usul usul biranızı yudumlayın.
Adres için; TıkTık!

Fotoğraf, midyeci şehmus'un resmi sitesinden alıntıdır.


TORBA

"Geldik görmedik" dememek için Torba manzarasını sırtımıza alıp, anı ölümsüzleştirdik. Sonradan öğrendik ki, buradan Didim'e yat turları yapılıyormuş. Kim bilir, belki aynı pozu yat turunda ve 2500 yıllık Bizans Manastırında veririz. Bunu da ekledik mi daha sonra yapılacaklar listesine? Ekledik.
E hadi ozaman Bitezeeeeeeeee! :)





BİTEZ


"Bitez de yalısına varmadan Halilim, aman koptu kıyameeet!"
Evet, yol boyu hatta Bodruma girdiğimiz ilk andan beri kafa radyomda bu şarkı çalıyordu ve hayalim Halil Efe ve Gülsüm'ün heykelinin önünde fotoğraf çekilmekti.

Halil Efe ve Gülsüm kim mi?
O meşhur Çökertme türküsünün kahramanları. Hikayesini mutlaka şuradan okumanızı tavsiye ederim. Keza ben ilk günkü Turgutreis kahvaltımız boyunca sesli bir şekilde Gogo'cuğuma okuyup, sık sık sözleriyle canlandırmalar yaptım da. :)

Hikaye için; TıkTık!

Ama maalesef hayalimdeki o fotoğrafı buraya koyamıyorum.
Neden koyamıyorum?

Çünkü gitmedik :(

Neden gitmedik?

Saat gittikçe ileriye atıyordu ve heyecanlı gezginlerin karnı acıkıyordu.  Acıktığında on yüz bin kunduz gücünde sinirlenen gezginler yeri bulamadıkça sinirlendiler. Ta ki, birbirlerini tırmalamaya karar verdikleri an minik gezgin "olsundu, bir sonraki sefere gelirizdi. hadi dondurma yiyelim!" dedi.
Ve rotayı Bitez Dondurmacısına kırdılar. :)

Biz; cappuccino, şeftali, kavun, karadut ve ballı bademli denedik. Benim starım; ballı bademliydi. Gökhan'ın ise; karadut. Yine gelsem full ballı bademli yerdim.
Yummy!
Şiddetle tavsiye ediyorum.


Yola revan olmak için arabamıza dönerken şu sahneyi görüp bastım çığlığı!
Resmen kendimi minderden mindere atasım geldi.


Her yerde basma etek kumaşından rengarenk, çiçekli çiçekli  kumaşlardan diktikleri minderler! Sanki sırtımı bir tanesinin üzerine bıraksam, çizgi film karakteri gibi hoplaya zıplaya minder minder gezecekmişim gibiydi. Ve Gündoğan denizi duysa, azıcık burulurdu ama "bir daha geldiğimde burada denize giricem!" diyiverdim.


MERKEZ

Veeee. Merkez! Arabamızı bir isparka park edince çarşı içinden yürümeye başladık.
Burnuma şimdiden sebzeli döner kokuları gelmeye başlamıştı.

Aheste aheste yürüyerek Nokta Sebzeli Döner'i bulduk. Asıl meşhur olan Şirin Sebzeli Döner'i seçmeme sebebimiz tamamen "burası daha kalabalık, bunca insan bir şey biliyordur" diyerek Nokta'ya oturmamızdandı. :)

He, yanıldık mı? Asla. Tadı damağımda kaldı desem abartmam. Döner konusunda çok seçici olup, Bambi Kaşarlı Dürüm Döner aşığı olarak, bu tada da bayıldım ve Bitez Dondurma gibi, Sebzeli Dürüm Döneri de "yine dene" listeme ekledim. Gökhanla göz göze bakıp "hadi bi tane daha!" dedik ama çatlayacak kıvamda olduğumuzu fark edince pes ettik.

Adres ve bilgi için; TıkTık!

Karnımız doyunca, gözümüz yola döndü. Saatin geç olacağını fark etmemize, ve bu saatte müzelerin kapanmış olabileceğini düşüne düşüne Sualtı Arkeoloji Müzesi ve Bodrum Kalesinin yolunu tuttuk ama... Kapalıydı :(

Ne yaptık?

Hemen demoralize olmadık. Zaten uzuuuunca olan "daha sonra yapılacaklar listesi"ne bir tik daha atıp Bodrum Kalesi ve Su Altı Arkeoloji Müzesi'ni de ekledik.

Ama Arkeoloji Müzesinin önünde hatıra fotoğrafı çektirmeyi de ihmal etmedik.
En değerli birikimiz anılarımız çünkü <3

Bir yanında Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Karaağaçlı,
bir yanında Tarihin Babası Bodrumlu Heredots!


Bu müze 1995 yılında Avrupada "yılın müzesi" ödülünü almış. Bilinen dünyanın en eski batığı Uluburun Batığı'da bu müzede sergilenmekteymiş.

Solda Heredot, Rodos'u dize getiren ve dünyanın yedi harikasından birisi sayılan Halikarnas Mozelesini kocası için yaptıran Karya Kraliçesi II. Artemisia ve Kocası Kral Mausoleus.


"İtalya'yı gör de öl derler,
Yok canım; Bodrum'la kıyılarını gör ve yaşa!

Yokuş Başına geldiğinde Bodrum'u göreceksin.
Sanma ki sen, geldiğin gibi gideceksin.
Senden öncekiler de böyleydiler,
akıllarını hep Bodrum'da bırakıp gittiler..." -Cevat Şakir Karaağaç (Halikarnas Balıkçısı)


Sahil boyunca bir tur daha attık ve içimize, taaa en derinlerimize çektik "bizim Bodrum" kokusunu.

Arabamıza doğru yol alıp, dönerken saatimiz 21:00'ı gösteriyordu. "Hadi bi nargile içelim şurda" dedik. Bodrum kalesinin üstünde manzaraya hakim "Kale Teras Cafe"yi bulduk ve girdik.

Ama o da ne! Nargile fiyatlarına el değmiyor. Ve standart normal, nargile bunlar. Hani o Lulu Hookah Lounge'daki, Huqqa'daki gibi ışıklı heybetli, içinde meyveler yüzen, uzaktan bile baktığında "vayyy!" dedirten nargilelerden değil. Dümdüz "nargile" yani :)


Manzaraya doğru, salıncağımıza oturup soluklandık. Bişeyler içip, tekrar yola koyulduk. Yol üzerinde bir lokmacı, bir de tepsi dondurmacısı görünce önce kararsız kaldık ve daha sonra neyi seçtik bilin bakalım?

Ta-ta! Tabi ki en kalorilisini. :)
Gerçekten de "çok tatlısın" Lokmacı Ana.

Lokmanın üzerine,
çikolata sosu ve Hindistan cevizi dökmek kimin aklına geldiyse,
ellerinden öperiz. :)

Ve kısacık maceramızı da, bol bol anılar biriktirerek sonlandırdık. Ertesi gün, İstanbulun keşmekeşi içerisinde bulduk kendimizi. Tatilin mutlulukla doğrudan bir ilintisi var.

Ne demiş Micheal Palin?

"Seyahat etme mikrobu size bir defa bulaştıktan sonra artık tedavisi yoktur. Hayatımın sonuna kadar bu mikropla mutlu bir şekilde yaşayacağımı bilmek çok güzel bir duygu!"

:)

Bir sonraki Bodrum turuna da yapılacaklar bıraktık elbet! Bodruma gelmek için artık sebebimiz çok!

"EloveG'den II. Bodrum Çıkartması", başlığıyla en yakın zamanda aşağıdaki yerler hakkında da "dört göz" araştırması, "iki el" yazısı bırakmak dileğiyle!

Misafirperverliğin için teşekkürler Bodrum!
Müthiş yoldaşlığın için teşekkürler en iyi arkadaşım, sevgilim; Gökhan! :)


II. Bodrum Çıkartması için kendimize not


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hoşçakal 23 Yaşım, Hoşgeldin 24 Yaşım...

Bülent Gardiyanoğlu'nun: "Farkındalık ve Mucizeler" Seminerinden...